TENCERE DİBİN KARAYDI
Beyaz sayfaları karartan kurşunla
çizilmiş suratlardı, bunlar!
Başkaldırdı Kara,
gecenin içinde olmaya ve karanlığa.
Adı çıkmıştı, asiydi.
Soyundu.
Gündüzleyin yürüyüşe çıktı.
Renkler gözlerini kamaştırıyordu.
Ama, o bakakaldı.
Beyazında gözü kamaştı,
önce anlayamadı.
Sonra adını koydu.
Sen “karasın”, ben “beyaz”.
Benim adım “Robinson”,
senin “Cuma”.
Cuma... Robinson...
Robinson Cuma’yı bulmasaydı,
adını unutan adam olacaktı.
Kara... Beyaz...
Beyaz adını bulmuştu.
Ortalık şenlenmişti.
Beyazın doğurduğu renkler,
Karanın yanında ergenliğe girdiler.
Sonra Beyaz endişeye düştü.
düşünde gördü,
Kara’nın gündüzü almaya geldiğini
Karayı karalamak gerekti.
Kara saçlı kızlar,
küçüklüğümüzün kötü çizgi kızları.
Uzun kara saçlı erkek arkadaşlarıyla bir
dostu bilindiler, şeytanın.
emanet edildi Kara,
şeytana.
karalarla sarmalandı kadınlar,
allah adına.
Bir çocuk adı gizlide kalan.
Arap kızı hep camdan bakar oldu.
Yağmur yağdıkça, göz yaşı döker oldu.
Kara saklandı.
Resimlerin çerçevesi olarak saklandı.
Resimlerde boy gösteremedi.
Adı hep kötüye yoruldu,
en büyük duaydı: yüreğin kara olmasındı.
İzaura kölelikten kurtulsa,
karalıktan nasıl kurtulurdu?
Beyaza yaklaşmak,
güce yakın olmak demekti.
Tencere dibin karaydı.
Soyulmuş elma,
kararmış.
kararmışmış.
Üzüm üzüme baka baka.
Kara tiksindi.
Kendini silmeye çalışan Kara
sonunda beyaz oldu.
Zati, kara kara düşünen dertliydi,
ve Beyaz kırmızıyı çağırdı yanına.
Kırmızı ne vakit çağrılsa,
büyük bir şey var, demekti.
Çekti vurdu, Arabı.
Ağladı kurşun
yaptığına.
Sildi
silik silik yağan yağmur
suratları.
Esti rüzgarlar,
şekillendi suratlar
yeniden çamurlarla.
Beyaz sayfaları karartan kurşunla
çizilmiş suratlardı, bunlar!